24 Aralık 2010 Cuma

başka

Sizin hiç, varlığı yokluğunuz olan bir aşkınız oldu mu? Ve içinde "kal" saklayan bir "git"iniz? benin oldu...
...ya sizin hayalleriniz sevdiğinize bir beden büyük gelir, ya da sevdiğinizin aşkı size dar...sıkar...boğar... vazgeçmezsiniz. Vazgeçmedikçe de boğulmaya devam edersiniz. Varlığı, sizi yok edecekmiş gibi yaşatır, yokluğu ölür gibi... Dedim ya işte...ne yapsanız olmaz. Donarak ölmek üzere olan iki kirpi gibisinizdir. Isınmak için ne kadar birbirinize yaklaşırsanız, okadar birbirinizi yaralayacaksınızdır; uzaklaşsanız soğuktan öleceksinizdir.

15 Aralık 2010 Çarşamba

MoMo

...nasıl gözleriniz görmeye, kulaklarınız duymaya yarıyorsa, insan yüreğide zamanı algılamaya yarar. Kör bir insan için gökkuşağının renkleri ve sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanamayan zaman da öyle boşuna gider, kaybolur. Ama ne yazık ki, düzgün çarpmasını bildiği halde kör ve sağır nice yürekler vardır.

"Ya kalbim bir gün artık çarpmazsa" diye sordu Momo.
"O vakit senin için zaman biter, çocuğum" diye cevap verdi Hora Usta.

8 Aralık 2010 Çarşamba

manzaradan parçalar

"önemli olan aslında kimliğimiz değil, insanlığımızdır. evet, insanlığımızla kimliğimiz birbirine yakındır; ama, insanlığımızın kimliğimizi aşan bir yanı vardır. tarihe olan borcumuz, insan olmaya olan borcumuzdan daha azdır"Orhan Pamuk 2010

6 Aralık 2010 Pazartesi

Suskunlar

Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum, gördüğü anda o'nu tanıyabilirdi. bunun için belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu..

2 Aralık 2010 Perşembe

Sarmaşık

Jaguar, Cihangir'e çıkmak için garip bir yol izliyordu. Anlaşılan şoförümüzün, yazardan uzak kalmaya, yollarda oyalanmaya ihtiyacı vardı. Bu yüzden, Bebek'ten Tophane'ye gelmiş, Galatasaray'ın yanından Balık Pazarı'na çıkan bir yolla Taksim'e, oradan da Cihangir'e çıkmayı hedeflemişti. Yine de bir tilki gibi, hiçbir adımını boşa harcamamaya niyetliydi; en kolay yoldan gidiyordu, en kestirme olanından değil. Jaguarımız bir kalabalığın arasına düştü. Galatasaray Lisesi önünde, yine bildik bir eylem vardı. Cumartesi Anneleri, devletin elinde kaybolan çocuklarını arıyorlardı.


"Onlar da kayıplarını arıyorlar," dedim Ludmilla'ya. Uyuklar gibi bir hali vardı, kalabalığa baktı.

"Bana yardımları olur mu?"

"Onların çocukları, siyasi kayıp."

"Ama kayıp."


Oradaki kalabalık ile Nadya arasında kabaca bir benzerlik kuruvermiş, arabadan inmişti. Eylemcilerin önündeki polis kalabalığının yanına doğru gidiyordu. Ben de arkasından indim. Çantasından kardeşinin bir fotoğrafını çıkarmıştı ve polislere onu gösteriyordu. Birazdan toplandıkları güne atfen, Cumartesi Anneleri adını verdikleri bu gösteri topluluğunun ağzını burnunu kıracak coplarını sıkıca kavramış polisler, Ludmilla'nın elindeki fotoğrafa bakıyorlardı. Karşılarındaki, her hafta dövüp, tıka basa otobüslere doldurup, karakollara pay ettikleri annelerden farklıydı. Üzerindeki giysiler yerel değildi. Yine de fazla şaşırmamışlardı. "Yabancı kayıp bürosuna gideceksin. Vatan Caddesi'ne," dediklerini duydum. Ludmilla'nın koluna yapışıp o kalabalıktan çıkardım.


"Senin bu kayıplarla ilgin yok. Onların çocukları ölü. İstedikleri, çocuklarının ölüsü, ölüm hikayeleri."


Hırıltısı kesilmemiş bir halde, bir köşede bizi bekleyen Jaguarımıza bindik. Kalabalık nefesimi kesmişti. Onlarca kadının, evlatlarını umutsuzca bekleyişleri ruhuma bulaştı. Gerçi kendimi kolay kolay başkalarının yerine koymam. Hayatta fanatik bir görüşüm de yoktur. Ama o kadınların, kayıplarından habersiz geçirdikleri her günü düşündüm. Kafaları, kayıplarıyla meşgul hayaletler. Hepimiz, kendi dünyamız, bütün dünyaymış gibi yaşarız. Birbirimizle çarpışmadan, kendi gerçeklerimize doğru kayıp gideriz.


Şoförümüz, sonsuza kadar korna çalmaya yeminli, sağ avucunun içini direksiyonun ortasına bastırmıştı. Hayaletlerin enerjisi, düzgün burjuva başımı o tarafa döndürmem için beni zorluyordu. Size anlatamayacağım kadar yoğun bir duygu:


"Bak," diyordu. "Ali, bak ne göreceksin? Ali, her gün ölen o kadınların oturduğu tarafa bak."