2 Aralık 2010 Perşembe

Sarmaşık

Jaguar, Cihangir'e çıkmak için garip bir yol izliyordu. Anlaşılan şoförümüzün, yazardan uzak kalmaya, yollarda oyalanmaya ihtiyacı vardı. Bu yüzden, Bebek'ten Tophane'ye gelmiş, Galatasaray'ın yanından Balık Pazarı'na çıkan bir yolla Taksim'e, oradan da Cihangir'e çıkmayı hedeflemişti. Yine de bir tilki gibi, hiçbir adımını boşa harcamamaya niyetliydi; en kolay yoldan gidiyordu, en kestirme olanından değil. Jaguarımız bir kalabalığın arasına düştü. Galatasaray Lisesi önünde, yine bildik bir eylem vardı. Cumartesi Anneleri, devletin elinde kaybolan çocuklarını arıyorlardı.


"Onlar da kayıplarını arıyorlar," dedim Ludmilla'ya. Uyuklar gibi bir hali vardı, kalabalığa baktı.

"Bana yardımları olur mu?"

"Onların çocukları, siyasi kayıp."

"Ama kayıp."


Oradaki kalabalık ile Nadya arasında kabaca bir benzerlik kuruvermiş, arabadan inmişti. Eylemcilerin önündeki polis kalabalığının yanına doğru gidiyordu. Ben de arkasından indim. Çantasından kardeşinin bir fotoğrafını çıkarmıştı ve polislere onu gösteriyordu. Birazdan toplandıkları güne atfen, Cumartesi Anneleri adını verdikleri bu gösteri topluluğunun ağzını burnunu kıracak coplarını sıkıca kavramış polisler, Ludmilla'nın elindeki fotoğrafa bakıyorlardı. Karşılarındaki, her hafta dövüp, tıka basa otobüslere doldurup, karakollara pay ettikleri annelerden farklıydı. Üzerindeki giysiler yerel değildi. Yine de fazla şaşırmamışlardı. "Yabancı kayıp bürosuna gideceksin. Vatan Caddesi'ne," dediklerini duydum. Ludmilla'nın koluna yapışıp o kalabalıktan çıkardım.


"Senin bu kayıplarla ilgin yok. Onların çocukları ölü. İstedikleri, çocuklarının ölüsü, ölüm hikayeleri."


Hırıltısı kesilmemiş bir halde, bir köşede bizi bekleyen Jaguarımıza bindik. Kalabalık nefesimi kesmişti. Onlarca kadının, evlatlarını umutsuzca bekleyişleri ruhuma bulaştı. Gerçi kendimi kolay kolay başkalarının yerine koymam. Hayatta fanatik bir görüşüm de yoktur. Ama o kadınların, kayıplarından habersiz geçirdikleri her günü düşündüm. Kafaları, kayıplarıyla meşgul hayaletler. Hepimiz, kendi dünyamız, bütün dünyaymış gibi yaşarız. Birbirimizle çarpışmadan, kendi gerçeklerimize doğru kayıp gideriz.


Şoförümüz, sonsuza kadar korna çalmaya yeminli, sağ avucunun içini direksiyonun ortasına bastırmıştı. Hayaletlerin enerjisi, düzgün burjuva başımı o tarafa döndürmem için beni zorluyordu. Size anlatamayacağım kadar yoğun bir duygu:


"Bak," diyordu. "Ali, bak ne göreceksin? Ali, her gün ölen o kadınların oturduğu tarafa bak."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder